12 Ağustos 2011 Cuma

ölü adama ağıt

Gün, her zaman olduğu gibi uyanmamla beraber başlamıştı. Gergin hava herkesi mutlu etmezdi fakat huzur buluyordum yağmurda. Bedenim uyanmıştı, zihnimi de uyandırdıktan sonra parmaklarımla dünyaya giriş yapmıştım. Ah o sahte dünya... Tıpkı senin kadar sahteydi. Sana yüklediğim anlamların sahteliği gibi. Hislerimin gerçekliğine karşı senin sahteliğin savaş veriyordu. Tek bir yalanla başlayan bu savaş, içten içe senin önündeki perdeleri kaldırmıştı. İşte çırılçıplak oradaydın. Sahnede kendini övüyordun. Ne kadar “enfes” bir insan olduğundan bahsediyordun ve herkes seni alkışlıyordu. Alkış almaya bayılırdın. Ama bunu asla göstermeyecek kadar da “çakal”dın. Ufak çakallıklarla mutlu oluyordun. Ben bile seni alkışlamıştım daha önceki gösterilerinde. O gösterilerde üzerinde gerçekten “enfes” kostümler vardı. Göz alıcı ve parlaktı kostümlerin, ışınlar üzerinde kırılıp mükemmel açılarla gözüme geliyordu o zamanlar. Yalanına teşekkür etmem lazım. Çırılçıplak sahnedesin ve üzerine düşen ışınlar bedenindeki tüm kusurları ortaya çıkarıyor. Kıyafetlerini ben çıkardım ve seni yeniden sahneye koydum. Bu sefer bakış açım farklıydı ve hata yaptın. Oysa ki ne kadar zeki olduğundan söz edilmesine bayılırdın. Ama gerçekleri söyleyemeyecek kadar da korkağın tekiydin. Tek bir yalanla perdeler açılmış, oyunun başlamıştı.

Yalana tahammül edemediğimi bilemezdin oysa ki. Beni tanımamayı seçmiştin çünkü. Sahteliğin eline kılıcını almış hislerime doğru sinsice yaklaşıyordu. Engel olmadım, çünkü elime kılıcımı alıp boynunu kesmek gibi dürtülere sahiptim. Sahteliğin hislerime ağır darbeler vururken ben ağlıyordum. Hislerimin ölüme yaklaştığı her adımda hıçkırıklara boğuluyordum, gözlerimden kelimenin tam anlamıyla şelale akıyordu. Kelimelerin tam anlamlarının bazen ne kadar işe yaradıklarını düşündüm o sırada. Metaforlara bile gerek kalmadan işlerini halledebiliyorlardı. Sonra gülümsedim. Metafor bile yapmaktan aciz olduğunu gördüm. Sahnede kıvranıyordun. Böcek gibiydin. Böcekleri sevmediğimi anımsadım. Oyunun çok kısa sürdü tıpkı benim ağlamam gibi. Herkes seni ayakta alkışlarken ben sessizce salonu terk ettim. Hislerimi, sahteliğini, gerçekliğini, şahaneliğini, acizliğini, seni, seni seven beni, sana dair her şeyi ve her şeyimi o salonda bıraktım ve çektim gittim...


11 Ağustos 2011 Perşembe

Deney 1: Introduction to your own body

Kuramsal Kesim

Beynin olmasaydı her ‘şey’ çok farklı olurdu. Bazen duymamak, görmemek iyidir. Karanlık ve sessizlik iyidir, çünkü duymaz ve görmezsin. Hem kör hem de sağır olduğunu düşün, huzur içinde olmaz mısın? Yoksa görmeyi ve duymayı mı tercih etmelisin? Veya loş ışık altında, sadece sana hitap eden ‘şey’ler görüp duymalısın. Sana hitap edenlere mi bakmalısın yalnızca? Üzerine ışık tuttuğunda bedenini göremediğin ama karanlıkta sadece gözlerinin parladığı bir ‘şey’i dünya üzerinde tanımlayamadığın ve sadece kafanda yarattığın canavarlar olarak algılarsan, o zaman ne duymanın ne de görmenin bir anlamı kalır. Oysaki o yaratığın bedenini de görebilseydin, için daha rahat ederdi. İçin rahat etmesi için mi görüyoruz o vakit?

Sahip olduğun beş duyu organından başka, hissetmekte mi saklı yaşamak? Bu 5 duyu organı ile deneyimlediğin ‘şey’lerin sende yarattığı hissiyatlar mı yaşamını anlamlı kılıyor? Peki nasıl hissedebildiğini hiç düşündün mü sayın sen? Hormonlar mı sadece? Teorimi duymak (okumak) istersen; beyninde daha evvelden bir şekilde yer etmiş anıların veya imajların, kokuların, tatların, seslerin vesaire; o anda 5 duyu organının herhangi biri ile algıladığın ‘şey’ sayesinde önce beyninde başlayan, sonra da bütün vücuduna yayılan danstır hissetmek. Ne çeşit bir dans olduğunun önemi yok. Hissetmek, daha önce sakladığın bir takım anı veya tecrübelerin o anki yaşadıklarınla sevişmesidir. Bunun sonucunda da hormonlar ürer. Belki adrenalin salgılanır ve kalbin atmaya başlar, terlersin, belki başka bir hormon senin bağırsaklarının çalışmasını sağlar. Sonuç olarak geçmiş ve şimdinin kombosunu çekersin bedeninde. Bu sadece onlarca teori arasından biri.

Deneyin Yapılışı

1.  Kesim

Seni, bedenini düşünmeye sevk edecek bir eğlenceye davet ediyorum. Odanın içinde yere otur, ışığı kapat, ortamı sessizleştir ve kendini bomboş bir odada yerde otururken hayal et. Odanın penceresi ve kapısı olmasın. Bu odada otururken aklında yine bomboş bir odada oturduğunun hayali olsun ve o hayalde de bomboş bir odada otur ve onda da aynı şekilde... Zaman ve mekanı bir şekilde yitirmelisin yeterince eğlenebilmek için. Onu da hallettikten sonra kelimeleri çıkar aklından. Kelime diye bir ‘şey’ olmadığını düşün. Sadece düşüncenin olduğunu düşünerek düşüncelerinle düşünmeye başla. Bunu her bir kademedeki boş odalarda oturan sen’ler için de yapmalısın. Bu davet sona erdiğinde neler ‘hissettiğini’ benle paylaş. Çünkü bu önemli. Bu davet aslında senin üzerinde yaptığım deneyin bir parçası. Bu deneyi sadece ben sana değil, sen de kendine yapıyorsun bunu unutma.

2.   Kesim

Her gün sabah kalktığında tuvaletteki işeme, diş fırçalama gibi işlerin bittiğinde aynaya bak. Yanaklarını mıncıkla ve omzunu öp. Duş alırken bedeninin her bir noktasını okşa. Eğer cinsel olarak uyarılmayı hedeflediğimi düşündüysen bloguma bir daha uğrama.

Yemek hazırlarken tüm malzemelere sevgi sözcükleri fısılda. Su içmeden önce sıkıca kavradığın bardağa doğru gülümse ve suyu öp. Birkaç denemeden sonra ne ‘hissettiğini’ benle paylaş. Çünkü bunlar da birer deney.

Tam tersini de yapabilirsin. Tavsiye etmememe rağmen denemek istersen seni engelleyemem.

Not:

·     Raporunda kuramsal kesim yazmana gerek olmamakla birlikte, veriler, verilerin çözümlenmesi ve yorum çok önemlidir. İsteyen grafik çizebilir, milimetrik kağıda ihtiyaç yoktur.

·        Yazıda gizlenmiş bir ‘şey’i bulana artı 5 puan bonus verilecektir.

İçimin en derinlerinden gelen not (aslen yazının alt mesajı): okulu, deney yapmayı, rapor yazmayı çok özledim...