30 Mayıs 2011 Pazartesi

hiçliktesin bebeğim

aslında, "aslında" yoktu,
şuanda, "şuan" yoktu,
ilerde, "ilerisi" yoktu,
eskiden, "eski" yoktu.

tüm bu hiçlikte olan tek şey Ben'di
ve O'ydu.

yolda yürürken Ben ve O vardı
uyurken Ben ve O vardı
yemek yerken Ben ve O vardı
ders çalışırken Ben ve O vardı.

işin en komik tarafı, O bunu bilmiyordu
bu da Ben'e inanılmaz bir zevk veriyordu.

İlerde "ilerisi" olmadığından ve şuanda "şuan" olmadığından,
bunların hepsi birer saçmalıktı...

28 Mayıs 2011 Cumartesi

Tanrı gerçeği

Kendinizi o kadar üstün ve yüce görüyorsunuz ki, sanki dünyaları siz yaratmışsınız.
Sanki siz tanrısınız.
Size bir sır vereyim mi?
Evet tanrı sizsiniz!
Nasıl mı?

Kendinizi o kadar üstün ve yüce görüyorsunuz ki,
Yarattığınız şeyin mükemmeliği altında seyr-i sefaya dalıyorsunuz.
Bu sefa daha sonra sizi alıp götürüyor
Ve siz yarattığınıza tapar duruma geliyorsunuz.

İnsanlar kendilerini o kadar üstün ve yüce görüyorlar ki,
Yarattığı şeylere tapmaya bayılıyorlar.
Parayı yarattılar ve ona taptılar.
Tıpkı binlerce yıl önce Tanrı'yı yaratıp ona taptıkları gibi....

23 Mayıs 2011 Pazartesi

gece olduğunda insan korkabilir...

Gecenin tam ortasında lambaların aydınlattığı yolda, çevresinden çekine çekine yürüyordu. Güvenilir yerler değildi oralar, bin bir türlü ayyaş, sapık, tecavüzcü, gaspçı, dolandırıcı, keş olabilirdi, özellikle o saatte. Kafasını başka düşüncelere verdi ve sokak lambalarının hafiften aydınlattığı yolda yürümeye devam etti.

Düşüncesinde bir kedi vardı. Çekik sarı gözleriyle kendisine bakıyordu. Kediyi beyaz olarak hayal etmişti ama çok da üzerinde durmadı. Ansızın kedi gülmeye başladı. Güldüğü zaman insan dişlerine sahip olduğunu fark etti kedinin. Bu imkansızdı. Kedi kahkaha atıyordu. "Hayır" dedi, "Bu benim düşüncem, hayalim sadece". Bir noktadan sonra bunu kontrol edemez oldu. Beynindeki kedi kahkahası onu tir tir titretiyordu. Artık yolda her hangi bir insan olsa, koşup sarılacak raddeye gelmişti. Kontrol mekanizmasını kaybetmiş bir şekilde hızlı hızlı ilerlerken etraf da bir anda kararmıştı. Yürüdüğü yolda şimdi sokak lambası yoktu. Onun yerine bir çöp tenekesi vardı. Çöpler etrafa saçılmıştı. Kafasındaki kahkahayı bir nebze olsun azaltabilmiş, şimdi de neden insanların çöpleri tenekenin içine değil de sağa sola bıraktığını düşünüyordu. 

Birden onu gördü ve dehşete düştü! Sapsarı gözlerini kendisine dikmişti. Şimdi beyninde saf korku vardı. Ne bir düşünce ne de bir hayal... Gördüğü şeyin gerçekliğinden emin olduğu anda öne doğru bir adım attı. Şimdi korkan diğeriydi. Korkup kaçmıştı. 

Yüzüne bir gülümseme yerleşmiş bir şekilde, artık sokak lambalarının aydınlattığı yolda durağa doğru yürümeye devam ediyordu. "Ne tuhaf" diye düşündü. "Gerçeklikte olan korkularımla başa çıkmak için sadece bir adım atmam gerekiyormuş" dedi kendi kendine. 

Sokaklarda bir kaç insan kendini göstermişti ama artık onlardan da zerre etkilenmiyordu. Ne de olsa öne doğru bir adım attığında kendisinden korkup kaçabilirlerdi. En olmadı, mücadele eder, kendini korumasını bilirdi.

Artık korktuğu tek şey düşünceleri olmuştu....

15 Mayıs 2011 Pazar

Böyle de saçmalarım!

Bazen katıla katıla gülüyorum. Gülmekten karın kaslarım feci çalışıyor ve gözlerimden yaşlar geliyor. Kahkaha seslerim, bol gürültülü İkarus'un sesini bastırıp azar işitebileceğim ölçüde olabiliyor. Öyle bir azar ki, ona bile gülmekten kendimi alıkoyamıyorum. Sinirlenince bile gülüyorum. Hatta mutsuzken bile aptal yüzümden gülümseme hiç eksik olmuyor. Neyse ki gülmek ömrü uzatıyormuş buradan kurtarıyorum :)


Bir de unutuyorum. Kime ne zaman nerede ne dedim hatırlayamıyorum veya her şey birbirine giriyor. X kişisine, "bir ara hede hödö yapalım" dedim mesela; aradan 3 saat geçince Y kişisine "hede hödö yapacağız ya onu vada vuda ile harmanlayalım" dediğimde, Y kişisi bana dehşet içerisinde bakabiliyor. Ve ben inatla Y kişisini 3 saat önce hede hödö dediğime ikna etmeye çabalıyorum. Sonra acaba bunu Z kişisine mi dedim yoksa W kişisine mi hepsi birbirine girebiliyor.

Tüm bu olup bitenlerin beynimde çok fazla hücre olmamasına bağlıyorum. Hayatım böyle dangalakça geçerken de derslerimin güzel geçmesini de şu şekilde açıklayabilirim. Ders dinlerken veya sınav öncesi, kendimi sen süpersin acayip zekisin aslansın kaplansın şeklinde gaza getirdiğim vakit, her bir şeyin üstesinden gelebiliyorum. Lakin şöyle de bir şey var ki (ne kadar çok "şey" dedim evet), harika bir teori üretiyorum bir konuda mesela ve bunu heyecanla çevremle paylaşıyorum ki ne kadar zeki ve yaratıcı olduğumu görsünler. Sonra benden daha zekileri (ki bunlar herkes oluyor) hop diye bu teorimdeki eksiklikleri buluyor ve kendime olan gıcıklığım had safhaya gelebiliyor.

Yanlış anlaşılmayı engellemek için tüm bunların isyan olmadığını da belirtmek isterim. Gerçi istediğin kadar yanlış anla umrumda da değil açıkçası.

Ayrıca katıla katıla güldüğüm anların üzerinden birkaç zaman geçtikten sonra, bir anda çöküverebiliyorum evet. Bunun nedenleri üzerinde epey bir düşündüm ve bunu burcuma bağladım salak gibi. Bilim insanıyım ve burçlara inanmıyorum evet. Çelişki mi arıyorsunuz, zıtlık mı arıyorsunuz? Buyrun hepsi bende mevcut. Adeta çelişkilerin ve zıtlıkların Tanrısıyım ben evet.

İşte her zaman olduğu gibi nasıl başladığımı unuttum yazıya ve nasıl bitireceğimi de bilemedim. Neyse ki bitirmem gerektiğini hissettim. E bu da bir şey. Hayırlı geceler dilerken, bol bol gülmenizi salık veririm...

14 Mayıs 2011 Cumartesi

çok boyutlu evrenmiş meğersem

Kim bilir belki de bir sonraki evrenlere açılan kapıların eşiğindeydik. Kulağımıza gelip beynimizi alıp götüren sesler eşliğinde o kapılardan bakıyorduk. Müthiş bir uyum içerisinde bedenimizi sallarken, aslında benliğimiz de sallanıyordu. Farkındaydık tüm evrenlerin, hepsine anlık olarak girip çıkabiliyorduk. Bir nevi evrenler arası geçiş yaşıyorduk. Aslında bu gerçekleşirken bir yandan da zamanda yolculuk ediyorduk. Tüm bunlar olurken birbirimizin düşüncelerini okuyorduk. Düşünceleri yaşıyorduk, anlıyorduk her şeyi.

Mutluyduk... hiç olmadığı kadar hemde... Her bir sıçramada, birlikte hareket ediyorduk. Adeta dalga-parçacık ikilisiydik. Birbirimize eşlik ediyorduk. Bazen O sıçrıyor, takip ediyordum; bazen de ben atlıyordum, O da peşimden geliyordu. Birlikte nice olasılıklara girdik çıktık, gerçeklikleri yaşadık, mutlak hiçliği içimizde hissettik. Huzur içinde gözlerimizi yumduk, kendimizi en saf olan akıntıya bıraktık...