2 Eylül 2015 Çarşamba

Misafir Odası

 Hepimizin iki şeye ihtiyacı var:

Kimsenin giremediği küçük, gizli bir yer. Bu yerde her şey yapılabilir. Burada yaptıklarını kimse görmeyecek, bilmeyecek, sorgulamayacaktır. Dünyanın kanunları bu küçük odada geçerli olmayacaktır. En önemlisi kendinden bile saklanabilecektir burada insan, buradan çıktığında yaptıklarından utanmayacaktır. Hatırlamayacaktır bile. Hatırlasa bile yüzünde küçük bir gülümseme ile hayatına devam edebilecek olgunluğu bu odada öğrenmiş olacaktır.

Bir de, hiçbir şeyin ondan gizli kalması gerekmeyen, her şeyi bilen; bilmese bile bilmemesi dert edilmeyecek, çünkü her şeyin anlatılabileceği biri. Sıradan biri. Yalnızca bugünün günahlarını değil, geçmişin sana yaptıklarını da kollarının arasında eritebilen, önemsizleştirebilen biri. Kollarında gerçekte hiç güç olmayan ama bir şekilde sana güç vermeyi başaran biri. Tıpkı senin gibi, senden farksız biri. Seni affetmesi gerekmeyen, sana kızamayacak kadar suçlu biri. Sen en akla hayale gelmedik, en yarışılmaz sandığın saçmalıklarını, çocukluklarını, kötülüklerini anlattığında elini gülümseyen dudaklarından çekip, parmaklarının arasından daha beterini bir pelerin gibi üzerine örten biri.

           ‘’Sana ihtiyacım var. Olabildiğince çok. Ne kadar var olursan o kadar iyi.’’

Cevapsız kalacak mektuplar yazmanın heyecanına ihtiyacımız var. Yazdığımıza cevap olduğunu anlamadığımız başka mektuplar almanın akıl karışıklığına da. Zor durumda kalmaya, tanımadığımızı sandığımız birinden yardım almanın güçsüzlüğüne ihtiyacımız var.

Ne istediğimizi bilmeden odalar boyunca dolaşıp, çekmeceleri açıp kapatmaya, bir türlü dinmeyen huzursuzluğumuzun kaynağını uzun uzun aradıktan sonra yalnızca tek istediğimizin yalnızca bir bardak su olduğunu anlamanın huzuruna ihtiyacımız var.

Bütün bunlar olmasa da olur, hayati olan tek bir mesele var: Ona ihtiyacım var.

           ‘’Çünkü burası çok kalabalık. İnsanlar gürültücü, üstelik beni dinlemiyorlar.’’

Ona masallardaki kötülerin dünyayı ele geçirmeyi arzuladığı gibi ya da evindeki bütün eski kitapları, kullanılmayan eşyayı, çerçöpü toplayıp yol kenarında arkadaşlarıyla tezgah kurup satmaya çalışan çocuğun para kazanma isteği gibi ihtiyaç duyuyorum. İhtiyaç duyuyorum ama onunla ne yapacağımı bile bilmiyorum. Yine de…


      ‘’Bildiğim küçük bir yer var. Oraya daha önce kimseyle birlikte gitmemiştim. Gitmek ister misin?’’ 




Yazan:  "Adını vermek istemeyen mürit"  

10 Temmuz 2015 Cuma

Kalk

Birileri beni dürterek 'kalk!' diyordu. 'Kalk hadi'. Seslerin nereden geldiğini anlayamıyordum, sanki ben derinlerde bir yerlerdeydim. Fısıltı gibiydi tüm konuşmalar. Tek seçebildiğim kelime 'kalk!'.

Burnuma garip bir koku geliyordu. Neredeydim? Kokuyu anlamlandıramıyordum, çok ağır ve keskindi.

Zorlukla tek gözümü açtım.Karanlık ve bulanık. Sanki gecenin ortasında tepemde onlarca insan varmış gibi. Bayıldım mı acaba? Sesler hala daha bana 'kalk!' diyordu ve ben inatla nereden, nasıl ve ne şekilde kalkacağımı bilmiyordum. Vücudumun şekli konusunda şüphelerim vardı. Kolum neredeydi? Peki ya sol bacağım?

-'KALK!'

Bekliyordum. Neyi? Birileri beni kaldırmalı diye düşünüyordum. Madem kalkmamı istiyorlar, o zaman kaldırmalılar. Bekliyordum ve her geçen saniye birilerini bekleyerek daha da inat ediyordum.

Tek yapmam gereken kalkmak iken ben onu da yapamıyordum.

Ha vücudumu hissetsem, belki kendi başıma kalkabileceğim. Çok mu acelesi var kalkmanın? Bir şeyleri kaçırıyormuşum gibi hissetmeye başladım. Kalkmalıyım galiba evet. Peki ama nasıl? Lanet vücudumun hiç bir zerresini hissedemezken, nasıl? Bana yardım etmezlerse, nasıl? Kafamda buna benzer sorularla dolu renk cümbüşü varken, ben nasıl...

Uzun zaman oldu, hala kalkamadım. Hala kalkmayı bekliyorum. Bazen doğrulur gibi olduğum anlar oluyor, heyecanlanıyorum. Galiba bir gün kalkacağım....


20 Ocak 2015 Salı

Game Over

Günler günleri tavşanı kovalayan tilki misali takip ederken, eylemsizliğini sürdürmeye gayret edersin. İstemediğin koşullarda, istemediğin şekillerde yaşam mücadeleni sürdürürken, mide bulantın sana eşlik eder, her gün bacağına giren kramplar yüzünden yürüyemezsin. İstememe durumu tüm bedenini zedeler, yorgun düşersin. Sonuçta ortada yaşanması gereken bir hayat vardır ve bu var olma durumudur seni bir şekilde hasta eden. Kafanı su dolu kovalara sokup çığlığını kimselere duyurmadan istediğin gibi atabilmekken tüm derdin, kafanı sokmaya değecek temiz su da bulamazsın üstelik. Her şey kirlidir ve her şeyden nefret edersin… Bazı günler bir şekilde, belki de yüce varlıklar tarafından güç gelir ve kendine asla yapmayacağını bildiğin sözler verip, kendini bu sözleri tutacağına inandırırsın. O inanç o kadar güçlüdür ki seni ancak üç gün ayakta tutabilir. Üç günün sonunda kafanı sokacak kovalar aramaya devam edersin. Kısır döngüdür bu! Tüm vücudun kısır döngü hastalığına yakalanmıştır. Yüce varlıklara inancın devam ettikçe döngüyü belki de kırabileceğini düşünürsün. Yüce varlıklara olan inancının sadece bir kandırmacadan ibaret olduğu fikrine şiddetle karşı çıkarsın ki bu bir nevi kendini korumadır.

Akrep yelkovanı var gücüyle kovalarken, boş sayfalara bakıp içini dökmek istiyorsun. Seni yargısız, sorgusuz ve sualsiz dinleyen o güzel beyaz sayfalar… Sen anlatırken tek yaptıkları sana izin vermek, seni özümsemek. İçini dökerken tıkanıyorsun, asıl çıkması gereken o lanet zehir çıkamıyor içinden çünkü kelimeleri bir araya getirmekte zorlanıyorsun. Beynindeki gıcırtı devam ederken kimse senden cümle kurmayı bekleyemez merak etme.

İşte buradayım, yanındayım. Senin gibiyim ben de, yalnız değilsin. İçini dökmek istersen beyaz sayfalar gibi dinlerim seni, asla yargılamam, asla karışmam sana. Konuşmamamı istersen susarım, ağzımı bıçak açmaz. Sen yeter ki anlat. Anlat ki yalnız olmadığını anla, sana destek olurum.


Şimdi yat, biraz dinlen. Yarın yine güçlü adamı oynama vakti…