11 Aralık 2013 Çarşamba

İçsel yalnızlık üzerine

Nasılsın? Sorusuyla başladı her şey. Gözlerimden süzülemeyen damlalar midemi yaktı, 3 yıldır uzatamayıp en sonunda uzatmayı başardığım tırnaklarımın harap olması ile sonuçlandı. Nasıl olduğum sorunsalı tabiki de onu pek de ilgilendirmiyordu, neticede sadece gözlerimden, belki de bir türlü yoluna sokamadığım saçlarımdan etkilenmişti. Fakat bu sorunun beni bu denli etkileyebileceğini düşünememiştim.

Nasılım? İyiyim hacı ya, iyiyim.

İyi neydi? Hangi noktada, hangi referansa göre iyi olunuyordu? Kötüydüm aslında, bence. Öksürüyordum ve çok derinlerde bir şeyler beni rahatsız ediyordu. Sevmeye çalışırken çuvallıyor, kendimi anlatmaya çalışırken anlaşılmaz sözler mırıldanıyordum. Bir konuda tutunamıyor, hemen diğer konuya koşturuyordum. Zihnim ani sıçramalar yaparken ağzım ve dilim düğümleniyordu. Duygularımsa saçmalıyor, gidişata ayak uyduramayarak beni uçlara sürüklüyordu. Uçlar tehlikeliydi, bize öğretilen buydu. Akabinde tehlikeden uzak durmaya çalıştım ve bilirkişilere danıştım. Bilirkişiler çok biliyor olsa gerek ki, duygudurumlarımı tek düzeliğin muhteşem uyumuna soktular. Böylelikle olan oldu: hissizlik...

Nasıl gidiyor? İyi hacı işte yuvarlanıp gidiyoruz.

Yuvarlanıyorum. Ne yaptığımı bilmez bir şekilde yuvarlanıyorum. Terkedilmenin ve terketmenin bana verdiği yetkiye dayanarak, yalnızlığın çekilmez notalarıyla, gelmişimle, geçmişimle, şu anda yapabildiğim tek şey yuvarlanmak. Yeni aldığım çift kişilik muhteşem yatağımda, yapabildiğim tek şey yuvarlanarak uyumak. Her eylemimde yuvarlanmak gizli. Kendimi yuvarlanarak bulacağıma olan inancımsa sonsuzdan birkaç basamak aşağıda. Yalnızlıkken tüm derdim, aslında kendime ne kadar ihtiyacım olduğunu unutmuşum. İnsan kendine muhtaçtır ve bunu asla farkedemez. Kendinle muhteşem birli olduğun an gerçek özgürlüğü tadarsın. Özgür değiliz, hiçbirimiz özgür değil. Aşık olup duruyoruz. Aşkın gerçek manasını bilmeden, anlamadan, kavrayamadan gelişine aşık oluyoruz. Hissettiğimiz saf, içsel yalnızlık ve bundan korkuyoruz, barışamadık...

"Aşıklar bireysel coşkularını umutsuzca tek bir yüce benlik halinde kaynaştırmaya çalışırlar, ama boşunadır. Doğası gereği her vücut bulmuş ruh tek başına acı çekmeye ve zevk almaya mahkumdur..."

25 Kasım 2013 Pazartesi

Self-İnşaat

                    
Piyano notaları duyuyorum. Hafif alt notalarla süslenmiş güçlü, sert notalar. Flütle desteklenmiş sanki, hayır bir parça duyuyorum ben. Sesler yükselirken ellerimden mavi renk tutuyor; huzur işte orada.

Kendimi asla bitmeyecek bir bina gibi hissediyorum. Kaba inşaatı çocukluğumda atılmış. Kat çıkmak benim elimde. Rengini, dekorasyonunu, pencerelerini ve kapılarını ben seçeceğim. Asla bitmeyecek biliyorum fakat ne kadar çabalarsam, bitmeye o kadar yakın gözükecek. 

Benden koşar adımlarla kaçan bir sincap görüyorum. Sanki duyduğum notalarla senkron halde gidiyor. Yakalayamam, biliyorum. Sadece ardından ağlamaklı gözlerle veda edebilirim. Hoşçakal...

Aynalarla dolu bir odadayım, yansımalarım beni gözlüyor. Hepsi bana benziyor ve bir o kadar da eksikler. Sanki benim yansımam değiller! Aldırmıyorum. Benim görevim sadece binamı tamamlayabilmeye yaklaşmak. 

Huzur en derinliklerime gömüldü. Hiç bir şey hissedemiyorum. Hissetmek için çabalamıyorum bile. Sadece duruyorum ve oluyorum.

19 Kasım 2013 Salı

Hikmet-i Aidiyet

O' nun bir adı vardı: Hikmet. Ne hikmetse O' na bu isim konmuştu fakat adı ile alakası olmadığını seziyordu içten içe. Sıradan insanlar arasında olmayı seven, sıradan işine ve sıradan eşine son derece bağlı, hayatın ona sunduğu tüm imkanlardan memnun, sessiz sedasız alelade bir devlet memuruydu Hikmet. 

Bir gün yine sıradan işine sıradan yollardan giderken aklına son derece parlak bir fikir geldiğini sandı; işe değişik bir yoldan gitmek! İşte bu parlak fikir Hikmet' in hayatının dönüm noktası olacaktı. İşe değişik bir yoldan gitmek, aslında her gün aynı sıradan yoldan gitmenin ne kadar da sıkıcı olduğunu fark etmesini sağladı. Artık Hikmet, her gün farklı yollardan giderek hayatına renk kattığını düşünüyordu. Ta ki sonunda gidilecek farklı bir yol kombinasyonu kalmayıncaya kadar.

Hayatına devam edebilmesi için daha fazla değişiklik, daha fazla farklındalığa ihtiyacı olduğunu hissediyordu ve bu his gün geçtikçe kendisini kemirmeye başladı. Artık tüm olasılıkları düşünüyor, kafasında tartıyordu. "Ne yapsam hayatım daha farklı olmaya başlar" diye düşünmeden edemiyordu. Öncelikle bir devlet memuru çizgisinden hafifçe kaymaya başladı. Top sakal bıraktı, farklı ayakkabılar giymeye başladı; derken takım elbiselerini komple yaktı ve eşofmanla işe gitmeye başladı. Bu da yetmezmiş gibi saçlarını uzatıyordu! İnanılır gibi değildi! Kendisi de bu duruma şaşıyor, şaştıkça da daha fazla şaşası geliyor ve abuk giyinmenin, abuk tarz yaratmanın önünü alamıyordu. Tüm bu saçmalıklar yetmezmiş gibi bir de sevgilisi olmuştu Hikmet' in. Fakat öyle duygusal bir ilişkileri yoktu. Sadece cinsel amaçlarla bir araya geliyorlar, akabinde sigara içip ayrılıyorlardı. Sigaraya başlamıştı Hikmet! Olacak iş değildi...

Günler ve aylar birbirini kovalarken, yıllar tepesine bindi Hikmet' in. Zamanın nasıl geçtiğini çok geç fark eden Hikmet kendini bir gün, bir elinde şarap şişesi, bir elinde sigara, kafası acayip kıyak bir halde deniz kenarında yürürken ayağı bir taşa çarparak ufacık boyuyla yerle bütünleşmiş bir halde buldu. Koskoca kumsalda ufacık ayağıyla eşdeğer boyutlarda bu taşa çarpmanın bir işaret olabileceğini düşünüverdi Hikmet. Kendisine çekidüzen vermenin vakti gelmişti. İlk iş saçlarını kestirmek olacaktı. Neredeyse midesine kadar inen sakalıyla beraber saçlarını kestirdi, takım elbise aldı, işine geri döndü ve karısıyla barıştı. İlk zamanlarda aradığı o düzeni elbette yakalamakta zorlandı, çünkü çok alışmıştı düzensiz hayata. Fakat yine yıllar tepesine bindiğinde Hikmet' in, bir çocuğu bile olmuştu. 

Zamanla Hikmet' in neşesi söndü, içine kapandı ve adı ile daha fazla bütünleştiğini hissetmeye başladı. Fakat ortada Hikmet' i yiyip bitiren bir sorun vardı; kendisini hiç bir yere ait değilmiş gibi hissediyordu. Bu sorun kafasında öyle bir yere kodlanmıştı ki, belki çocukluğunda kaybolmuş olmanın getirdiği bilinçaltı öğesi bile olabilirdi. Zaman kodu besledi, Hikmet sorunu büyüttü ve nur-topu gibi bir aidiyetsizlik hissiyatı gelişiverdi. Zavallı Hikmet emekliliğinde torunlarıyla beraber oynarken bile bu his asla peşini bırakmadı, adeta sırtındaki kamburun ana nedeni olmuştu. Bir kriz anında Hikmet' in yaşamı sonlandığında ise hissettiği tek şey, aidiyet duygusuydu.

12 Nisan 2013 Cuma

Gerçekten

"Gerçekten sevmekle başladı aslında tüm hikaye. O kadar çok sevdi ki, sevgisini içine sığdıramadı. Sevgisini gerçeğe dönüştürmek için adım atmak istedi, düşündü, çareler aradı ve en sonunda daha fazla dayanamayıp patlayıverdi. Bu patlayış gerçekten etkileyici, dünyaları yaratacak nitelikte, varoluşun ilk tohumlarını atacak ölçüde muazzam büyüklükteydi. Kimileri patlayarak can verdiğini düşünürken, kimileri ise o tohumlarda hayat bulduğunu düşünüyordu yeniden. Benim fikrimi soracak olursanız, bunu asla bilemeyiz, yalnızca fikir yürütebiliriz. Çünkü gerçeklik, kendi gözümüzden gördüğümüzdür..."

"Gerçekten çok güçlü bir can sıkıntısı ile başka bir hikaye başladı. O kadar güçlüydü ki bu can sıkıntısı, patlasa dünyaları yaratır, içine minik canlılar yerleştirebilirdi. Can sıkıntısı genelde herhangi bir şeyi yaratmamasıyla ünlüydü fakat gerçekte bunun doğruluğu tartışılabilir bir mevzuydu. Daha fazla dayanamayıp patladı ve oyuncaklarını yaratıverdi. Bu noktadan sonra kimileri can sıkıntısının devam edeceğini düşünürken, kimileri ise bu durumun artık oyuncaklarıyla mutlu bir çocuk kadar can sıkıntısız bir sürecin başlangıcı olduğunu savunuyordu. Benim fikrimi soracak olursanız, hiç kimsenin beynini okuyamayız, düşüncelerini bilemeyiz. Fikir yürütmek bile bu hususta saçmalığın daniskası olur..."

"Gerçekten korkulardan kurulu bir binanın temelinde en az bina kadar korkak bir tuğlayla bir diğer hikaye başladı. Korkunun muazzamlığını diğer hikayelerden tahmin edebilirsiniz, fakat bunu asla bilemezsiniz. Zira tuğlanın yerinde değilsiniz. Beklendiği gibi orta yerinden çatlayan tuğla, tüm binayı yerle bir ediverdiğinde kimileri tüm korkuların sona erdiğini düşünürken, kimileri ise korkunun mutlak olarak hala oralarda bir yerlerde olduğunu tüm cehaletiyle savunmayı sürdürdü. Bana soracak olursanız, kimin ne dediği umrumda değil. Zira benim ne düşündüğüm de kimsenin umrumda değildi..."



21 Şubat 2013 Perşembe

Şizoranda



"Kararsızlık şizofreniden daha beter bir baş belasıdır. İnsan şizoid olunca her iki kişiliği de birbirinden habersiz mesutça yaşayıp gider ama insan kararsız olunca, her bir taraf çelişen tarafın acı içinde farkındadır ve insan dikkat etmezse tüm hayatı bir ağdalı şeker partisine dönüşebilir"

Amanda - "Dur Bir Mola Ver"