30 Haziran 2011 Perşembe

varlık-yokluk arası ince çizgi-ler

Çok küçük olmamasına rağmen, masaların çok fazla yer kapladığı odadaydık. Herkes kendi işine gömülmüş, harıl harıl çalışıyordu, ben de dahil. Bu şekilde saatlerce çalıştık ara vermeden. Sanki çok önemli bir şey yapıyorduk, sanki Nobel ödülünü almaktı tek amacımız. Oysaki sadece vakit öldürüyorduk...

Can sıkıntısıyla kendimi dışarı attım ve sinirimden bir sigara yaktım. Sigaranın daha önce bu kadar etkili bir sakinleştirici olduğunu fark edememişim, bunu fark ettim kibriti söndürdükten sonra. Belki onu bu kadar etkili yapan kibritti kim bilir? Tam o sırada düşüneyim dedim. Neyi düşüneceksem artık, bilinçsiz bir şekilde "şimdi biraz bi' düşüneyim" dedim. Tamamen deli saçmasıydı yaptığım. Donakaldım, düşünemiyordum. Dehşet içerisinde  aynalı camlardan kendime baktım, evet kendimi görebiliyordum fakat neden düşünemiyordum? O sigara bana ızdırap gibi gelmeye başlamıştı, bitmiyordu. Güneş gözlerimi yakıyor, rüzgar tenime kamçı gibi acı veriyordu. Panik halinde sigaramı söndürdüm ve içeri geçtim. Odaya giderken yolda bir tanıdıkla karşılaştım ve beni görmedi. O zaman teorim sanırsam doğruydu ama daha fazla kanıta ihtiyacım vardı. Odaya geçtim ve tekrar ciddiyet maskemi takıp araştırmalarımın başına oturdum. Ekrana baktığımda gördüğüm sadece kendimdi. Yansımam vardı ama neden düşünemiyordum? 

Tamam dedim düşünemiyorsan hayal kur. Aklıma bu noktadan sonra gelen tek şey "et" oldu ve midem bulanmaya başladı. Odadan biri, bir kaç kişiye döndü ve onlara bir görev verdi. Adamın gözlerinin içine baktım, beni görmedi. Ben yoktum, ben kesinlikle yoktum. Orada bulunmam imkansızdı. Tüm bunlar birinin beyninin içinde oluyordu ve ben sadece bir hayal ürünüydüm. Buna yürekten inandığım ve artık kabullendiğim noktada içimdeki panik azaldı ve tekrar ottan işlerimi yapmaya geri koyuldum. 

Saatler sonra düşünme yeteneğimi geri kazanmış, varlığımın sonuna kadar farkında bir şekilde yeniden sigara içmeye çıktığımda, bu sefer sorun kalbimin atmamasıydı. Kalbim atmıyordu. İçimde hiç bir hissiyata yer yoktu. İşin kötü tarafı bu yüzden panik bile yapamıyordum. Rahatsız edici sakinliğim sinirlerimi bile bozamıyordu. Sinirlerimin bozulmamasına bile kızamıyordum. Tüm bu kaosun içerisinde beynimin içi resmen motor gibi çalışıyordu. Çeşitli dişli çarklar, gaz dolu ortamlar, kimyasal reaksiyonlar meydana geliyordu beynimde ve ben son derece sakin ve rahat bir şekilde hissedemiyordum. Sigaramı söndürdüm, ağzımdaki iğrenç tattan hoşnut bir şekilde tekrar odaya geçtim ve ful kapasite çalışan beynimle ottan işlerimi yapmaya geri koyuldum.

Bilinçsiz bir şekilde kendimi yolda bulduğumda pek bir şaşkındım. Aklım benle oyun oynuyor diye düşündüm. Ben var mıydım yok muydum hiç bilemedim. Etrafıma bakındığımda gördüklerim kalbimi deşti, gözlerimi kapattığımda gördüğümse deşik kalbimi parçaladı. 

Sanırım ben önceden varsam bile, bir süredir yokum...

28 Haziran 2011 Salı

evrimden korkarım,

o kadar çok korkarım ki,
bir gün gelecek böcekler kendilerine kumpas kurduğumuzu anlayıp ışığa gitmek yerine karanlığa gitmeyi akıl edebilecek kadar zekileşecekler.

o kadar çok tiksinirim ki,
bir gün gelecek güvercinler uçamayıp tavuk olacaklar ve biz onları yiyeceğiz.

lakin yunuslar denizden çıkıp dünyayı istila etse o zaman çok sevinebilirim mesela.

evrime dehşet içinde bakarım. hızlı üreyenler anında evrimleşip çok korkunç nesiller ortaya çıkarabilirler. çok kısa sürece çok acayip şeyler olabilir. mesela bir gün derimin evrim geçirip katır kutur olma düşüncesi benim ödümü koparır.

evrim çok acayip bir şey.

24 Haziran 2011 Cuma

bişe'ler olmuşuz bihaberiz

bugün benle ilgilenmeni çok istedim
tıpkı her gün benle ilgilenmeni istediğim gibi
hep ilgilen istedim benle ama hep
hep bana yaz, hep bana bişiler yolla, hep bana hep bana hep ben en birinci ben!

ilgi manyaklığının sınırı yok! öyle bir noktaya gelmişiz ki hep bağımlıyız. her şeye bağımlıyız. ona, buna, bilgisayara, internete, alkole, sigaraya, insanlara, televizyona, müziğe, çaya, ota, esrara, eroine, kokaine, ritaline, xanax'a, prozac'a....

öyle bir noktadayız ki en birinci biz olmak istiyoruz. top listelerde en üst sıralarda olmak en büyük arzumuz. orada bulunmak inanılmaz bir tatmin verecek bize. öyle bir tatmin ki orgazm yanında solda sıfır kalacak. salyalar saçacağız. 

lakin öyle bir sanallığın içindeyiz ki, ağaç, böcek, çiçek, kuş, kedi, köpek, at, inek, süt, yoğurt, yemek, peynir, yağmur, kar, oksijen, bulut, su, deniz bize yabancılaşmış. duyduğumuzda, gözümüzde oluşan sadece pikseller olmuş. kendimizi piksellerde kaybetmişiz.

öyle bir uyuşturmuşuz ki kendimizi, söylenen doğrular, yanlışlar, gerçekler, hayaller, formüller, şiirler, romanlar, hiç de mantıklı gelmez. küçük beynimiz düşünmemeye o kadar alışmış ki, mantık bizi terk edeli yıllar olmuş. hormonlar kendini göstermez artık, etkisini yitirmiş. onlar da koşarak uzaklaşmış kirli bedenimizden. dolayısıyla hisler, duygular, neşe, mutluluk, öfke, korku, sevgi, kıskançlık, şefkat de terk-i diyar eylemiş. 

benmerkezciliğin içerisinde kaybolmuşuz, yolumuzu bulamıyoruz. piç, pezevenk, orospu, katil, gaspçı, hırsız olmuşuz. buna rağmen bir o kadar da alınganlaşmışız. söylenen hiç bir küfrü hak etmediğimizi düşünür olmuşuz. söylenen her şeye karşı çıkar olmuşuz. egomuz tavan yapmış, en tepeden en kibirli tavırla koltuklarımızı kabartmış göz süzer olmuşuz.

öyle bir düşeceğiz ki oralardan, kıçımız kırılacak haberimiz yok! kemiklerimiz paramparça olacak, iç organlarımız küçük parçalara ayrılacak. işte o zaman kahkahalar boğazımızda kalacak, gözümüzden keşkeler akacak kanlar içerisinde paramparça yerlerde yatarken. 

"bir insan olarak silinip süpürülmeliydin ki yeniden bir birey olarak doğasın. karbonlaşıp taşlaşmalıydın ki 'ben'in en küçük ortak noktasından yukarıya doğru yeniden tırmanmaya başlayasın."

belki de yaptığımız sadece buydu...


20 Haziran 2011 Pazartesi

arafta

suçu, imkansızlığına inanmamdı. beynimin içindeki küçük hücresinden serbest kalmış, ete kemiğe bürünüp kaçmayı başarmıştı. koğuşunun içinde milyonlarca puzzle parçaları bırakmıştı ardında. nasıl yapacağımı bilmiyorum.

dayanmam için bana güç ver, sabır ver, akıl ver. flaş!

milyonlarca parçanın birleştirilmesi için kılavuz bile bırakmadı ardında. 

başa çıkabilme mekanizması olarak bana düşünmemeyi ver. flaş!

boşluk ve karmaşa, aptal beynimin içindekileri anlatmaya yetiyor sanırım. gözlerimin önünde koskocaman tombul bir soru işareti var. yakında mitoz bölünecek hissediyorum. işte o zaman durum oldukça vahim bir hal alacak eminim bundan.

devam edebilmem için, aklıma biraz daha boş yer ver. flaş!

bir daha onu mahkum edemeyeceğimin farkındalığı o kadar ağır ki, göğsümde büyük bir basınç var. tüm bedenim uyuşuyor. sanki tüm iç organlarım dışarı çıkacakmış gibi içimde büyük bir genleşme var. bir gün içerisinde binlerce kez kalp krizi geçirdim. 

soru işareti mitoz bölünmeye başladı...

puzzle parçaları milyar farklı şekilde birleştirilebilir. yap-boz, zibilyon farklı şekilde yapılabilir.

olasılıklar evreni çok can yakıyor.

kızgın değilim, mutlu değilim, mutsuz değilim, umutsuz değilim, hayal kırıklığı içinde değilim, hiç bir ruh hali içerisinde değilim. ama aynı zamanda hepsinin içerisindeyim.

araftan kurtarmıştı ama kendi elleriyle teslim etti beni yeniden oraya...

17 Haziran 2011 Cuma

Dertler derya olmuş, ben olmuşum arabesk

İnsan sosyal bir varlıkmış. Konuşarak rahatlarmış. Dertlerini paylaşarak sıkıntılarını giderirmiş. Karşısındaki insanların kendini dinlediği ölçüde huzura erermiş. 

Patlamaya hazır saatli bir bomba gibiyim. Ağzımı açıp derdimi anlatayım diyorum ama aynı anda ağzımın içinde o kadar çok şey birikiyor ki höbölölö diye bişi çıkıveriyor resmen. Doğal olarak da anlaşılmıyor. Yazarken bile zorlanıyorum. 10536 kere yazıp siliyorum. Olmadı baştan, cümleye bak lan sil bunu, yok bu cümleyi sonra diyecektim, yok bu paragrafın boktan akışını bozuyor, efendime söyleyeyim ekrana bön bön bakıyorum gözlerimin önünden kayan yazılar geçerken falandı filandı derken anlatamıyorum lan! Rahatlayamıyorum. Bol bol saçmalıyorum bu yüzden. 

Ulan her yeri sardı pezevenkler. Yakında üniversite kadro atamaları da değişecekmiş, merkezden YÖK atayacakmış, e tabi doğal olarak kendi adamlarını istedikleri yere koyacaklar. Böyle giderek de bilim dünyasını da ele geçirecekler. Bir orası kalmıştı çok fazla dokunamadıkları, onu da mahvedecekler. Zaten bir bakıyorum havalar iklimler falan değişmiş, bir bakıyorum yeni yeni mikroplar bakteriler virüsler çıkmış sebzelerde etlerde cirit atıyorlar, bir bakıyorum ülkeler çökmüş ekonomik krizler diz boyu, bir bakıyorum isyanlar savaşlar falan var. Ulan hiç mi iyi şeyler olmaz lan? Lan hiç düşünmüyor musunuz bunları oğlum tek düşünen ben miyim nereye gidiyor lan bu dünya diye? Kime sorsam baksana çok acayip diye, he ya diyip geçiştiriyor. Şaşırsanıza, tepki göstersenize nabıonuz allaseniz ya?!

Ben çok şapşalım. Tam bir ibişlik abidesiyim. KPDS'yi ne de olsa geçemem diyerekten kendi okuluma yüksek lisans başvurusu için referans mektubu almadım hocalardan. Lakin bir de ne göreyim? Sonuç baya da bir yüksek. Lan saf! Sen sınavda ne yaptığını bilmiyor musun? Bu kadar şuursuzluk olur mu? Veyahutta çok şanslıyım attığım tüm sorular tutmuş. Eee, şimdi referans mektubu almak lazım üstelik İstanbul'da stajıma başladım bile. Eh dedim tamam dedim izin alırım dedim. İlk önce hocaları aramak lazım tabi. Pek sevgili danışman hocam ile tez hocama mail attım, aradım, derdimi anlattım, pazartesi izin alıp gelsem yetiştirir misiniz dedim, tamam dediler, pek bir sevindim, gittim stajdaki lab sorumlusuna hocam böyleyken böyle dedim, şahane dedi git başvur gel dedi. Tüm bunlar 2 gün önce oluyor. Lakin bugün eve geliyorum, mail kutumu açıyorum, pek bir sevgili danışmanım mail atıyor ve ben seni tanımıyorum da işte ben senin performansını bilmiyorum da işte bu transkripte kötü referans yazarım da falan da fişmekan. Lan sen benim danışmanımsın niye vakti zamanında ilgilenmedin benimle? Üstelik saat olmuş cumanın 18.30u, mesai saati bitmiş ve gelmiş bana mail atıyorsun. Götüm bir tutuştu sevgili blogum, bir tutuştu pek bir sevgili okuyanlar anlatamam. Hemen çok sevgili bir hocam var mail attım ona lakin tabiki de cevap alamadım ama inanıyorum ki halledeceğim ben bu işi. Gidip bir hoca bulup ağlansam olur bence. Ağlayana her kapı açılır bence. Acındırırsan kendini yılan bile yola gelir bence.

Ulan tren bileti var gözümün önünde, o yol nasıl çekilir diye düşünüyorum, bakışıyoruz kendisiyle. Haliyle kendimi malak gibi hissediyorum.

Az biraz rahatladım bak görüyor musunuz. Anlattım saçmalayaraktan, oh kimse de yargılamadı irdelemedi beni, oh kimse yorum yapmadı, oh kimse aa iyi olmuş, aa kötü olmuş, tüh tüh vah vah, yok ne biliym çok şahane falan da demedi. Sadece anlattım, saygıyla dinledi beni sevgili blogum ve bunu pek bir sevgili okuyucularımla paylaşacağım, onlar da okuyacaklar sonra gerizekalı olduğumu falan düşünecekler lakin ben bunu bilemeyeceğimden huzur dolacağım. 

Saygılarımı sunarım, güneş bizimle olsun.

not1 : nan mini buzul çağı geliyormuş ya nan o.O

not 2: bu şarkıyı tüm sevenlerime armağan ediyorum.

10 Haziran 2011 Cuma

Lisans hayatım bitiyor sayın seyirciler!

An itibarı ile lisans hayatımın son finaline girmek için, daha doğrusu bitirme tezimi sunmak için hazır bulunmaktayım. Henüz fiziksel olarak hazırlanmadım tabi. Leş gibi saçlarım, orman gibi kaşlarım ve kaytan bıyıklarımla ben de bir mühendisim. Tek sorun işte benim dişi olmam. Melabaaa ben dişiyim. Hani çocuk doğurabilenlerden. Pek belli olmasa da bu böyle biline! huh!

Konudan saptım gene. Lan bölüm bitiyor! Çok heyecan verici olması gerekmiyor muydu? Böyle mide krampları geçirip kalbimin dakikada 150 atması gerekmiyor muydu? Ben mi yanlış hatırlıyorum yoksa?

Az biraz uyudum ki sabahlarken ölmeyeyim diye, çok acayip bir rüya gördüm. Sağ arka azı dişimin dolgusu düşüyor, dişin içi boş kalıyor ve et görünüyor. Deli dehşet de ağrıyor meret. Babam beni dişçiye götürüyor ama gecenin bi vakti nöbetçi dişçi varmış. Adam benle resmen ilgilenmiyor. Oracıkta ölücem hiç de bitarafında değil herifçoğlunun. Sonra bi uyandım, ne biçim dişlerimi sıkmışım...

Neyse efendim. Zaten finale girdikten sonra diplomamı hemen alamayacağım çünkü stajım var :D o zaman demek ki neymiş, henüz heyecanlanmanın zamanı gelmemiş. Strese devam =)

Selamletle ağalar...