24 Eylül 2011 Cumartesi

Tıkanma


Vakti zamanında yaşadıkların, düşündüklerin, hissettiklerin yüzünden kapatırsın kendini. Kendini her şeyinle birlikte bir sandığa kilitler ve midenin derinliklerine saklarsın. Kendinle beraber inançlarını da, güvenini de, hislerini de sandığa koyarsın. İçi boş bir oyuncak ayıdan farkın kalmayana kadar sahip olduğun her şeyi gömersin midenin derinliklerine. Anahtarı da savurlayıp atarsın çünkü artık ihtiyacın olmadığını düşünürsün. Hayatını devam ettirebilmek için o sandık sonsuza kadar midende kalmalıdır. Benliğini tamamen metalden bir robota dönüştürmeden önce, kendini yok etmemeli fakat saklamalısındır.

Bir süre sonra midende boş yer kalmadığı için yemekten kesilmiş olarak bulursun kendini. Tüm “iyi” yönlerin midendeki o tahta sandıktadır. Ne de olsa artık kimseye göstermene gerek yoktur kendini. Geçmişin ruhunda yarattığı tüm darbeleri ruhunla beraber yakarak yok etmek istersin. Böylelikle hiçbir şeyi ciddiye almadan yaşayabileceğini sanırsın. İdeallerini, amaçlarını yok edersin ki hayatın tüm keyifli yanları bedenine akabilsin. Sonuç olarak artık acı çekmeyeceğini düşünürsün. Kendini kimseye anlatma gibi bir derdin de kalmaz artık. Gücün, paylaşma olmaksızın var olabileceğini savunursun.

Ve nihayet, en kıymetli dostun zaman, sana ihanet eder. Gizlice midene girer ve sen daha ne olduğunu anlamadan sandığı açar. Ne de olsa zamanın her zaman bir yedek anahtarı vardır. Bir anda tüm benliğin ruhunla bütünleşirken, sen kendine acıyabileceğin bir köşede oturup transa girersin. Kalbin dayanılamayacak bir şiddette atmaya başlar ve nefes almakta güçlük çekersin. Yaşadığın karmaşaya doktorlar, profesörler ve bilimum bilim adamları bile tanı koyamaz. Zaman seni hazırlıksız yakalamıştır.

Düşüncelerin ve duyguların arasında ebediyete kadar sürecek bir savaş başlar böylece. Duyguların yeniden serbest kalmanın verdiği coşkuyla çeneni açmak isterken, mantığın o vakte kadar oldukça sağlam bir şekilde tasarlayıp geliştirdiği savunma mekanizmasıyla çeneni sıkı sıkıya kapatır. İsteklerin tarafsız kalmayı tercih ederken sinsice duygularının yanında yer alır, fark edemezsin. Mantığına karşı isteklerin, oldukça ikiyüzlü bir tavır takınmıştır.

Savaş tüm şiddetiyle devam ederken sen, oturup düşünecek boş beyin parçası bile bulamazsın. Boş kalan yerlere paranoya oturmuş, hakem edasıyla savaşı izler.

Bütünlüğünü koruyamamanın verdiği öfke, mantığınla ittifak kurar ve duygularını sırtından bıçaklar. Bir nebze sevinirsin buna çünkü en azından duygularından bir parça, mantığınla birlik olmuştur. Bütünlüğe bir adım daha yaklaştığını sanmanın sevinci de bir süre sonra mantığının yanında yer alır. Böylelikle yavaş ve emin olduğunu sandığın adımlarla bütünlüğüne kavuştuğuna ikna olursun. İşte o an savaşın sona erdiğini sanıp coşkuyla yeniden kazandığın kendini tebrik edersin. Beyninde bir parti verirsin ve kutlama yaparsın. Duyguların, düşüncelerin, mantığın, hislerin heyecanla şampanyalarını yudumlarken ansızın içeriye paranoya girer ve barışı bozmak için elinden geleni ardına koymaz. Nihayetinde uyku, bu sözde barışa daha fazla dayanamaz ve bedenini terk eder.

Yeniden ve yeniden, en baştan başlaman gerektiğini hissedip bir sandık yapmanın doğru olacağını düşünürsün fakat içinde bir şeyler buna engel olur. Bu şeylerin duyguların olduğunu anlarsın. Sana derinlerden artık kendisini saklamasına gerek kalmadığını haykırır. Sen de duygularını dinlersin zira mantığın oldukça yorulmuştur bu savaştan. Kendini nadasa bırakırsın ve ne halleri varsa görsünler felsefesini benimsersin.

Sonuçta, helis çizmeyi pek de seven bir döngünün içerisinde, oldukça yüksek bir levelde tıkanmayı yaşayan bir insan evladı olup çıkarsın...


Not: Görsel Leonardo Benasalvas Medina adlı sanatçıya aittir.

Hiç yorum yok: