Hava sabah açık olmasına rağmen, öğleden sonra bulutlanmaya başlamıştı.
Gökgürültüsüne benzer bir sesle irkildim. Hemen koşup salonun camından baktım;
gökdelenlerle aynı boydaydı! Ama imkansız, King Kong sadece masallarda değil
miydi?!
- -“Görüyor
musun sen de benim gördüğümü?!”
- -“Buradan
kaçmamız lazım, gel benimle.”
Ve kaçış başladı. Sokaklarda
insanlar çıldırmış gibi, korkudan nereye koştukları belli olmuyordu. O ise
elimi tutmuş, nereye gittiğini bilir bir biçimde net davranışlar sergiliyordu. -Arabalar
yolları o kadar tıkamıştı ki, insanlar arabalarından inmek zorunda kalmış, çığlıklar
atarak etrafta koşuşturuyor, millet hunharca birbirini eziyordu. King Kong ise
etrafı yıkmakla ve var gücüyle bağırmakla meşguldü. Sanki aradığı bir şey
varmış gibi etrafa terör saçıyordu. -O’nun bu net tavırlarına derinden
güvenmekle birlikte, içimde yine de endişe yumak olmuş, karnımla kalbim arası
tenis topuna dönüşmüştü.
King Kong bu tarafa doğru
geliyor, yaklaşıyor! Hemen saklanmalıyız!
-“Hadi şu taraftan”
Biraz ilerideki ağaçlık tepeye varmıştık. Buradan her şey daha net
gözüküyor, King Kong dehşet saçmaya ve yaklaşmaya devam ediyordu. Durduk; bana baktı. Korktuğu, endişenin onda
da tenis topuna dönüştüğü her halinden belli olmasına karşın, tereddütsüz bir
biçimde gözlerimin içine baktı.
-“Korktuğunu
biliyorum, ben de korkuyorum. Benimle kal, her ne olursa olsun benimle kal.”
Tepeyi geçtik, şimdi alçak binaların ve tek katlı evlerin bulunduğu bir
mahalleden geçiyoruz. King Kong’un dehşet verici bağırışları azaldı fakat
yaklaşmaya da devam ediyor. Biz kaçtıkça, o yaklaşıyor, o yaklaştıkça
küçülüyor, biz ise ellerimizi daha sıkı kenetliyor ve yavaşlıyoruz.
Bir köşe döndük, çıkmaz sokak, geniş bir alan. Yanlış yerdeyiz. King Kong
yaklaşıyor, artık öfkesi azalmışa benziyor, etrafı yıkmıyor, bağırmıyor ve
yaklaşıyor. King Kong küçülüyor. Yaklaşıyor ve küçülüyor. O bana sarılıyor, ben
de O’na. King Kong şimdi yanımızda. O da ne? King Kong sadece bir karış!
-bit-