26 Eylül 2017 Salı

King Kong

Hava sabah açık olmasına rağmen, öğleden sonra bulutlanmaya başlamıştı. Gökgürültüsüne benzer bir sesle irkildim. Hemen koşup salonun camından baktım; gökdelenlerle aynı boydaydı! Ama imkansız, King Kong sadece masallarda değil miydi?!

king kong ile ilgili görsel sonucu

-                -“Görüyor musun sen de benim gördüğümü?!”
-                -“Buradan kaçmamız lazım, gel benimle.”

Ve kaçış başladı. Sokaklarda insanlar çıldırmış gibi, korkudan nereye koştukları belli olmuyordu. O ise elimi tutmuş, nereye gittiğini bilir bir biçimde net davranışlar sergiliyordu.  -Arabalar yolları o kadar tıkamıştı ki, insanlar arabalarından inmek zorunda kalmış, çığlıklar atarak etrafta koşuşturuyor, millet hunharca birbirini eziyordu. King Kong ise etrafı yıkmakla ve var gücüyle bağırmakla meşguldü. Sanki aradığı bir şey varmış gibi etrafa terör saçıyordu. -O’nun bu net tavırlarına derinden güvenmekle birlikte, içimde yine de endişe yumak olmuş, karnımla kalbim arası tenis topuna dönüşmüştü.

King Kong bu tarafa doğru geliyor, yaklaşıyor! Hemen saklanmalıyız!

      -“Hadi şu taraftan”

Biraz ilerideki ağaçlık tepeye varmıştık. Buradan her şey daha net gözüküyor, King Kong dehşet saçmaya ve yaklaşmaya devam ediyordu.  Durduk; bana baktı. Korktuğu, endişenin onda da tenis topuna dönüştüğü her halinden belli olmasına karşın, tereddütsüz bir biçimde gözlerimin içine baktı.

      -“Korktuğunu biliyorum, ben de korkuyorum. Benimle kal, her ne olursa olsun benimle kal.”

Tepeyi geçtik, şimdi alçak binaların ve tek katlı evlerin bulunduğu bir mahalleden geçiyoruz. King Kong’un dehşet verici bağırışları azaldı fakat yaklaşmaya da devam ediyor. Biz kaçtıkça, o yaklaşıyor, o yaklaştıkça küçülüyor, biz ise ellerimizi daha sıkı kenetliyor ve yavaşlıyoruz.

Bir köşe döndük, çıkmaz sokak, geniş bir alan. Yanlış yerdeyiz. King Kong yaklaşıyor, artık öfkesi azalmışa benziyor, etrafı yıkmıyor, bağırmıyor ve yaklaşıyor. King Kong küçülüyor. Yaklaşıyor ve küçülüyor. O bana sarılıyor, ben de O’na. King Kong şimdi yanımızda. O da ne? King Kong sadece bir karış!


-bit-

23 Aralık 2016 Cuma

/\_mini tartışma_/\


Belki de söylemek istediklerim vardı ve bu söylemek istediklerimi ne şekilde söyleyeceğimi bilemiyordum. “nasıl”ı bir türlü kafamda oturtamamam, bir takım sorunlara sebebiyet veriyordu. Veya vermiyordu, sadece gerginlik nedeniyle tüm bunların sorun olduğunu düşünüyordum.

Herkes istediğini hissetmekte serbest,
Ben kendim olmakta serbestim,
Peki bu gerginlik neyden kaynaklanıyor?”

Gerginlik, herhangi bir kuvvet uygulandığında ortaya çıkmalıydı. Duyguların yoğunluğu kuvvetin şiddetini belirlemekteydi o halde. Kaçınılan duygular bariz bir etki kuvveti iken, sanırım gerginlik ise bu koşullar altında tepki kuvveti oluyordu. Bazen bu kuvvetlerin bileşkesi bir cisim olan beni bir yerlere taşıyor, alan içinde hareket eden yüklü bir parçacık gibi davranmama neden oluyordu. Bazense, tüm kuvvetlerin bileşkesi sıfır oluyor, boşlukta kalakalıp varlığımı sorgulatıyordu.

Herkes bir yerlerde varoluşuna anlamlar yüklemeye çalışırken, ben bu anlamların hiçbirinde varolamıyordum. Peki o halde bu cismani varlığımı açıklayacak bir teori var mıydı?”

Mutlak sıfırın herşeyi kapsadığı bir evrende istediğim kadar gerileyim, hiç bir tesiri olmayacaktı. Herşeyler kümesinin içindeki bir takım şeylere dokunurdu elbet fakat sonuç yine sıfırı vermeyecek miydi? 1 olma hali ile 0 olma hali arasında bir fark göremiyordum. Sanırım gözlüğümü değiştirmenin vakti gelmişti. Tüm bu manasız tartışmaların sebebi, bir türlü değiştiremediğim gözlüklerimdi!...


Suçlu bulundu, tartışma kapanmıştır.



23 Kasım 2016 Çarşamba

şey gibi...



ne desem boş gibi,
boş değil de sanki böyle
anlamsız gibi.?
Anlamsızdan ziyade
önemsiz gibi.?

Ne hissetsem boş gibi,
boş değil de sanki böyle
askıda parçacık gibi.?
Askıda parçacık derken,
yine boşlukta gibi...

Bunu hep yaşıyorum sanki,
kendimi bildim bileli
sanki böyle geçmişten bir zaman gibi.
zaman derken bir anı sanki,
önemsiz gibi...

anlatamıyorum sanki...

16 Ağustos 2016 Salı

Sarımsak

Billur kendisini daha önce hiç olmadığı kadar sarımsak gibi hissediyordu. Hiç bu kadar yoğun yaşamamıştı bu duyguyu, adeta sarımsaktı. Sarımsağın ta kendisiydi.

Billur'un bu duygusuna getirilecek açıklamalar bir yana dursun, Billur'u kısaca tanımaya yönelik çok da ilginç olmayan bir işe girişelim:

Billur 27 yaşında. Çok sevdiği, çok istediği için çevre mühendisliği okumuş. Sadece öğrenmek, bilmek için okumuş. Bir kaç başarısız iş denemesinden sonra bu mesleği yapmak istemediğine karar vermiş. Billur işsiz. Billur sıradan bir insan aslında. Kahve saçları, kahve gözleri olmakla beraber ortalama bir görünüşe sahip. Billur'un bu konuda çok iyiyim diye ısrar ettiği bir mevzu yok. Düz bir insan kendileri. Billur'a soralım, neden kendini sarımsak gibi hissediyorsun Billur?"

-"Sarımsak konusunda insanlar ikiye ayrılırlar. Ya sarımsağı çok severler ya da ondan nefret ederler. Fakat sarımsağı çok seven insanlara sarımsağın zararı dokunur, mideleri ağrıyabilir, nefesleri kokar ve diğer insanları tiksindirir, tansiyonu düşürüp bayılmaya sebebiyet verebilir. Fakat sarımsağı her koşulda, hiçbir tiksinti olmadan seven insanlar da vardır. Bu noktada sarımsağı görülmemiş bir iştahla tüketirler. Kendimi sarımsak gibi hissediyorum çünkü sanırım taze bittim."




5 Mayıs 2016 Perşembe

Başlangıcın Öyküsü


Bir varmış, bir yokmuş. Develer tellal iken, pireler berber iken, ben babamın beşiğini tıngır mıngır sallar iken... Bir zamanlar tekilliğe gönderilmiş 10536 adet Mjoranda varmış. Kendilerini bilerek, isteyerek, bir olma arzusu içinde yanıp tutuşarak kendi yarattığı karadeliğin içerisine yollamış. Tekilleşmiş, bütün olmuş. Zaman geçmiş Dünya üzerinde. Saniye, sezyum atomunun yarılanma süresi olarak tanımlanmış, gün Dünya’nın kendi ekseni etrafında dönme süresi olarak belirlenmiş, yıl ise Dünya’nın Güneş etrafında 1 periyodunu tamamlaması olarak atfedilmiş. Böylelikle saniyeler dakikaları, saatleri, günleri, yılları kovalamış. Zaman, geçmiş... Ama karadeliğin içerisinde zaman yokmuş çünkü orası tekillikmiş, orada zaman kavramı bulunmuyormuş.

Derken bir gün Mjoranda bir anda bir akdeliğin içerisinden garip bir evrenin içerisine doğru saçılmış. Saymaya çalışmış hemen kendisini, “acaba bu sefer kaç taneyim” diye lakin sayamamış. O kadar hızlı saçılmış ki, neye uğradığını şaşırmış.

Saçıldığı evren bilinen, gözlenen evren değilmiş. Şimdiye kadar hiç bir insan o evreni gözlemleyememiş. Bir kısım Mjoranda korkmuş haliyle, bir kısmısı ise şaşırmış, kimisi heyecanlanırken, kimileri ise meraklanmış. Tüm duyguları yaşamış her bir parça. Sonuçta yeni bir evrenmiş, kendisini nelerin beklediğini bilmiyormuş.

Geleceğin gizemine derin bir hayranlık besleyerek her bir parça, kendine özgü Mjoranda hızlarında bu bilinmeyen evrende genişlemeye başlamış...


Devam edecek mi? Kim bilir?

NOT: Bir de şu vardı ordan belki devam etti bu, ama bunu da kesin bilemiyoruz, lakin kesin de diyebiliriz bazı durumlarda: "Sonun Başlangıcı" 


1 Nisan 2016 Cuma

Fani


Bir yerlerde sıkışmıştı Fani. Arada böyle hissettiği oluyordu ama hiç bu kadar yoğun hissetmemişti. Düşündükçe sıkışma oranı artıyor, sanki basınç onu ezip kağıt haline getirecekmiş hissiyatı oluşturuyordu. Artan basınç, ısının da yükselmesine neden oluyor, zaman zaman öfkesini kontrol edememe noktasına geliveriyordu.

Fani bir gün deniz kıyısında oturmuş çayını yudumlarken, kendini hiçbir şey düşünmez halde buldu. Bu boşluk hissiyatının verdiği rahatlığa dayanarak kendisini bir güzel yıkadı. Fani, kendisini boşluğun kutsallığı ile yıkadı. Bilinmezliğin, olasılıkların karmaşasının, basitliğin, kuralların, kuralsızlığın ve akla gelip onu meşgul eden tüm beyin heykelciklerinin kanatları ile yıkadı. Fani o gün kimi zaman Tanrı, kimi zaman boşluk, kimi zaman evren, kimi zaman elektronlar, kimi zaman her şey, kimi zaman ise hiçbir şeyin varlığı, belki de yokluğu tarafından kutsandı.

Fani'nin farkettiği ilk şey fani olmadığıydı. O faniydi ama değildi de.

Ama bunun hiçbir önemi yoktu...


16 Ocak 2016 Cumartesi

Yer Değişimi Korkusu

Korkuyoruz. 
Başka bir açıklaması yok.
Korkuyorsun, kaybetmekten, başaramamaktan, elde edememekten, kazanamamaktan...
Aklında hep olumsuz düşünceler, hep –me eki...
Kıçını kaldırsan, başka koltuğa geçsen bir de oradan baksan aslında,
O kadar çok koltuk var ki
Her koltukta farklı gözler
Gözler ki düşünceleri değiştiren.
Çakılıp kalmışsın koltuğuna,
Tıpkı siyasiler gibi
Koltuk sevdası işte, bırakamıyorsun onu.
Güç gibi geliyor sana, çünkü çok şey kattı sana.
Hep o koltuktan baktın alıştın.
Oysaki kalk ve dolaş, tüm dünyayı dolaş, tanı, onu, beni, seni, kendini, diğerlerini, herkesi...

Hepimiz aynıyız, farklı koltuklarda oturan insanlarız sadece...