8 Temmuz 2011 Cuma

entropiyi hissetmek


“i’m home!”

Yoğunluğun arasında molalar vermek, sigaralar yakmak, ağaçlarda, denizde ve gökyüzünde gözlerinin hissettiği huzur. Kafanda oluşan karmaşaya belli bir düzen verme çabası, düzenin ne olduğunu bir türlü kestirememek. Zamanı sorgulamak, geldiğin noktayı anlayamamak ve bu anlamsızlıklarla başa çıkabilme mekanizmaları üretmeye çalışmak. Birilerinin seni kurtarması için geleceğine inanmak, kurtulmaktan kastının ne olduğunu bile çözememek. Kalabalığın içinde alamadığın oksijenin aslında oksijen bile olmadığını bilmek, boynunun bükülmesi, omuzlarının çökmesi ve göğsünde hissettiğin fil dolu tırlar. Monotonlaşmış sıradan hayatta herşeyin mükemmel gitmesi ama bir şekilde yine de tatmin olamamak, sevgi açlığı, sevilme isteği. Sevildiğini bildiklerine karşı alınan acımasız tavırlar, sonuç olarak gelişen dayanılmaz vicdan azabı. Aldatmanın dayanılmaz cazibesi ve ardından pisliğin içinde yuvarlanmak. İstememek ve istemek arasındaki gel-gitler. Daha fazla koşamamak, kaslarının bir şekilde erimiş olduğu gerçeği. Sıçarken hissettiğin titreme ve ardından gelen rahatlık. Bokuna bakıp gururlu bir şekilde takındığın eda ve sifonu çekip arkana bile bakmadan tuvaletten çıkmak. Keşke demek, “keşke her şey bu kadar kolay olsa” demek. Keşke’leri bir zamanlar hayatından çıkarmış olduğunu unutmak. Başladın mı duramamak. Karşı konulamaz bir biçimde beynini kapatmak istemek, bir yandan da istememek. Kendini tekrar bulmak için gideceğin yerleri sabırsızlıkla beklemek. Sonuç olarak yeniden kaybedeceğini de bilmek. Kısır döngüye karşı atılan dehşetli bir kahkahanın, kulaklarında saatlerce çınlaması. Kelimelerin bir anda beynine üşüşmesi ve hiç bir mantığı olmaması.

“oh my god, it's happening once again!
…wasting my life with the worn designs.
...but it's time to go!”

Yapabileceğin sınırsız sayıda şey varken sen oturmuş götünü büyütüyorsun. Zamanı kolluyorsun ve otluyorsun. Kafanı gökyüzüne kaldırıp sakin sakin düşüncelerinle boğulmak isterken, onlar zamansız bir biçimde gelip seni alıyorlar, beceriyorlar ve sen karşı koyamıyorsun. Kimseyi ikna edemiyorsun, kimseye kendini anlatamıyorsun. Bangır bangır bağırsan da tepinsen de hiç bir faydası olmuyor. Açık ve net olarak söylemene karşın yine de anlamamalarına öfkeleniyorsun. Yargıdan bıktın ve ışık hızında galaksiden kaçmak istiyorsun. Yüzünde oluşan kırışıklıklar sinirini bozuyor, tecavüze uğramış bedenine lanet okuyorsun. Ruhun arınmaktan bahsederken sen kulaklarını tıkadın, kendini teslim ediyorsun, zevk alıyorsun, tatmin oluyorsun. Böylelikle yaşayabileceğin en iyi seksi yaşıyorsun. Mucizeyi unutmuşsun ve hatırlamak isterken önüne konan iğrenç leşler yüzünden başaramıyorsun. Leşleri zorla yedirmeye çalışıyorlar sana ve sen kimseyi kıramıyorsun. Midenin bulantısı eşiği çoktan geçti, fakat kusamıyorsun. Kustuğunu sandığın noktada yanıldığını bile fark edemiyorsun.

“you better save your mind!”

Kaosun içinde düzen yaratılmaz. Maksimum düzensizlik evrenin değişmez kanunudur, bunu anlayamamışsın.


Daha sonrasında böyle bir şey oldu: entropiyi hissetmek #2 : mutlak sıfırın cazibesi


2 yorum:

Torlak Qemâl dedi ki...

yalnız şunu unutmaki ufak düzenlilikler evrenin düzensizliğine zeval getirmez hem de bir gün dağılırlar. dolayısıyla düzen istemek ve kendini mutlu edecek düzeni istemek evrene karşı gelmek değildir. aksi takdirde evrenin sana biçtiği yaşama işi evrenin kendini reddiyesi olurdu. Senin maksimum 100 yıllık düzenliliğinin ve dahi 1 milyon yıllık atalarımızın tarihinin ise evrenin milyarlarca yıllık ömrü yanında ne kadar ihmal edilebilir olduğunu söylememe gerek yok umarım. sen düzen istememek değil de kendin için bir düzen isteyerek kendini kurtarabilirsin.

mjoranda dedi ki...

he ya işte o kendi düzenim yok mu... yok işte =)