18 Temmuz 2011 Pazartesi


Hafifçe yüksek, yemyeşil bir tepede bulunan heybetli bir ağacın gölgesinde, kafa kafaya vermiş uzanıyorduk. Ilık ve sakince esen bir rüzgar içimizi ferahlatıyor; kah tavşana, kah ayıya benzettiğimiz bulutlar güneşin yakıcı sıcağından bizi koruyordu. Oraya neden ve nasıl geldiğimizin hiç bir önemi yoktu, kaldı ki hatırlamıyordum bile. Önemli olan içinde bulunduğumuz andı ve sonsuza kadar bitmesin istiyordum.

Bana fantastik hikayeler anlatıyor, şövalyeler, canavarlar, perilerden bahsediyordun. Bense biçimsiz bir şekilde açılıp kapanan dudaklarını seyrediyordum. Sesin hayatımda duyduğum en güzel melodiydi ve asla unutmayacağım bir beste olarak kalacaktı. Gözlerin bulutlardan masal yapmak isterken, benimkilerse senden bir put yapıyordu. Ellerini karnında ovuşturmuş, kendi başparmaklarınla oynuyordun, benimkilerse onlara dokunmak için yanıp tutuşuyordu.

Bir an bana baktın, hikayendeki bir savaşçıyı anladığımdan emin olmak istercesine göz bebeklerin benimkileri deldi geçti. Havanın o kadar güzel olmasına karşın içimdeki dünyada fırtınalar koptu, tsunamiler çıktı, gemiler battı, depremler oldu. İçimdeki dünyada yaşamadığın için bunu göremedin elbette ve ben daha fazla dayanamadım. Hareketsiz ve hafif aralık kalmış dudaklarına eğildim ve tadına baktım. Anlamlandıramadığım bir şekilde sen de benim dudaklarımı tatmaya başladın.  Birbirimizin tadına bakarken aldığım cesaretle sana dokundum. Bedenin adeta yanıyordu, bu yüzden üzerindekileri çıkarmak isteyebileceğini düşündüm. Sanırım sen de benim gibi düşünüyordun. Aynı düşündüğümüz için o kadar mutluydum ki, hiç itiraz etmedim. Omuzlarımı öperken kalbimin daha fazla dayanamayacağını sandım. Seni çok sevdiğimi fısıldadım kulağına. Cevap vermedin. Demek ki senin de kalbin dayanılmaz şiddette atıyordu ve nefes alman güçleşmişti. Bu yüzden konuşamamış olman gayet doğaldı. Gözlerimi açtım ve tepemizde öten kuşlara baktım. Sanki biz sevişirken onlar da bize şarkı söyleyerek bizi kutluyorlardı. Bulutlar, hafif esen rüzgar sayesinde coşkuyla dans ediyordu tepemizde ve biz tek beden olduğumuzda tüm doğa bizi kutsamak için elinden geleni yapıyordu.

Dayanılmaz bir şekilde aldığımız zevkin en tepesine aynı anda çıktığımızda, ellerin ellerimi sıkıca tutmuş, dudakların dudaklarıma yapışmış, dillerimiz bir bütün olmuş, terimiz artık kimyasal reaksiyonlar geçirerek aynı kokmaya başlamıştı. Tek bedenden iki bedene ayrıldığımızda, senden ayrılmanın içimde yarattığı boşluğun acısını hissettim. Seni tekrar istedim, tekrar benim olmanı istedim. Göğsümü açıp seni oraya tıkmak istedim. Seni vahşice, çılgınca istedim; nazikçe, sevecen bir şekilde istedim. Seni hem yavaş tempoda hem de hızlı tempoda istedim. Seni her şekilde istedim.

Güneş, karşıdaki tepenin ardına doğru yol almaya koyulduğunda, ben göğsüne yatmış kalp atışlarını dinliyordum; sense kollarını incecik belime sarmıştın. Varlığın bana inanılmaz huzur veriyordu ve sen uyuyordun. Nefes alış verişin kalp atışlarınla efsanevi bir orkestra gibiydi ve ben rüyanda yeniden birleşmek için gözlerimi yumdum.

Gözlerimi korna sesleri ile açtığımda, tek kişilik yatağımdan, tek başıma, gözümdeki yaşlarla doğruldum.

Hiç yorum yok: